Istanbul - Bosphorus
Osmanlı İmparatorluğu'nun başkenti İstanbul'un tarihi için 15. yüzyılla 20. yüzyıl arasındaki zaman diliminde yayınlanmış seyahatnameler zengin bir malzeme oluşturmaktadır. Bu uzun devre içinde yayınlanan gezgin eserlerinde muhteşem kent, mekân ve efendileri olduğu kadar burada yaşayan halktan da oluşmaktadır. Nitekim kentte yaşanan şeyler zamanın uluslararası gelişmelerini de etkiler. Gezginlerin yazdıklarında şehrin anıtları, çağdaş yapılar, doğal çevre (Boğaziçi, Marmara denizi), Osmanlı yönetimi, müslüman toplum yapısı, halkın günlük kamu yaşamı, şehrin tarihi, Avrupalıların diplomatik yollarla müdahalesi, siyasal olaylar gibi konular önemli yer kaplamaktadır. Bunlara koşut olarak gezginlerin eserlerinde (metin ve resimlerde) her gezginin özel "bakışı", ideolojisi, bireysel yada toplumsal ülküleri, kişisel efsaneleri (mitleri), çoğu kez edebî bir uslupla yansıtılır. Metinlere eşlik eden resimler ise her devrin görsel anlayışını izler.
15. yüzyıldan 20. yüzyıla kadar uzanan zaman süresinde Avrupalıları Tarihin büyük arenasında oradan oraya sürükleyen düşünsel siyasal ve kültürel akımların gelgit dalgası, İstanbul mekânını ve sakinlerini algılamaya çalışan gezginleri de yakından etkilemiştir. Gezginlerin beraberinde taşıdığı teorik bilgiler, hayalleri, ideolojileri, yaşadıkları şeylerle çarpıştıktan sonra doğan çeşitli stereotipler seyahatnamelerde karşılıklı bir etkileşim içindedir. Gezginlerin yolculuğunu, gözlemlerini, yazılarını, çizdikleri resimleri hatta eserlerinin güttüğü amacı belirleyen nedenler, siyasal, ideolojik, dinsel yada kişisel olabilir.
16. yüzyılda batı Avrupa monarşileri, hükümdarların siyasi ve ekonomik talepleri çerçevesinde, İstanbul'a elçilikler yerleştirmeye başladıktan sonra, Kutsal Yerlere hacılık Avrupalıların Doğu'ya yaptığı seyahatlerin başlıca amacı olmaktan çıkar. Artık Doğu'ya yönlenen hemen hemen her Batı Avrupalı mutlaka İstanbul'a da uğrayacak; dolaysıyla bundan sonraki yüzyıllarda ziyaretçilerin sayısı ve seyahatlerinin görsel ürünleri binli sayılara ulaşacaktır. Bu arada not edelim ki 15. yüzyıldan 19. yüzyılın ileri tarihlerine kadar şehrin adı, tüm Avrupa dillerinde, Konstantinopoli (Constantinopoli, Constantinople) olarak geçer; incelemekte olduğumuz tarihî devrin ancak sonuna doğru, şehir, gezgin kitaplarının metin ve başlıklarında İstanbul olarak anılır.
İstanbul daha 15. yüzyıl başlarında (1420) Cr. Buondelmonti'nin elyazması haritalardan oluşan öncü eseri "Liber Insularum Archipelagi"de kaydedilir. Bu eser daha sonra üretilmiş olan elyazması yada basılmış ada ve kıyı haritaları (isolario) için örnek oluşturmuştu. Sözkonusu harita ve tüm kopyalarında şehrin surları ve anıtları vurgulanmaktadır. İstanbul, G.Fr. Camocio'nun (1574), yayınlandığı devirde çığır açıcı olan kıyı haritasında (isolario) belirir; nitekim sözkonusu eser G. Rosaccio'nun (1598) isolariosu gibi daha sonra yayınlanan haritaları etkilemiş ve H. Beauvau'nun (1615) hacılık vakayinamesinin görsel kısmını oluşturmuştu. T. Porcacchi, 1620 yılında, yeni baskı tekniği olan bakır baskıyla yapılmış bir harita kitabı yayınlar. Bakır baskı tekniği, daha fazla ayrıntının kaydedilmesi, daha çok ve daha doğru bilgiler sağlaması açısından elverişli olup yavaş yavaş tüm kitapların resimlenmesinde kullanılmış; 19. yüzyıl başlarında ise bakır baskının yerini taş baskı almıştı.
İstanbul haritalarını F. Moryson (1617), L. Deshayes Baron de Courmenin (1624), J. Sandrart (1686), J. Moreno (1790), J.J. Bathélemy'nin (eserinin 1832 tarihli yeni baskısı) eserlerinde bulabiliriz. J. Laurenberg'in (1660) antik Yunanistan'ı gösteren ve mükemmel biçimde kazılmış haritaları, sanatçının derin bilgi hazinesini ortaya seren tarih-coğrafya içerikli metinler eşliğindedir. J. Enderlin'in kitaplarında, çok sevilmiş daha eski yayınlardan hatta aynı devirde (1686) yayınlanan eserlerden konular kopya eden tablolar rastlamaktayız. 17. yüzyıl sonlarında J. Peeters'in (1686) yayınladığı kitaplarda, Osmanlı-Venedik savaşlarında Batı hristiyan güçlerinin zaferlerinin övgüsü kurulmaktadır. Bu kitaplarda Avusturya, güneydoğu Avrupa, doğu Akdeniz'den şehir, liman ve başka yerler, Asya ve Suudî Arabistana'dan çeşitli manzaralar sergilenmektedir. J. Sandrart'ın eserindeki (1687) tabloların konusu çoğu Venedik hakimiyeti altında olan kale ve çeşitli yer manzaralarıdır. Benzer kitaplar serisinde 6. Osmanlı-Venedik savaşında (1684-1699) Venediklilerin Osmanlılarla çarpışmaları sırasında kazandıkları zaferleri öven başka eserler de bulunmaktadır.
18. yüzyıl sonlarından itibaren yayınlanan gravürlerde, mekân, gitgide daha dikkatli bir biçimde kaydedilir. Bu olguyu J.B. Lechevalier (1800), G.A. Olivier (1801), Ch.C. Frankland (1829), R. Tweddell (1817) eserlerinde hatta R. Walsh'ın (1828) uzman haritalarında gözlemleyebiliriz.
İstanbul, daha 15. yüzyıldan beri, H. Schedel'in "Nürnberg Kroniği" (1493) gibi basımevinden çıkmış ilk kitaplarda yer alır. Resimli bir dünya tarihi olan sözkonusu kitabın amacı okurların teorik bilgilerini arttırmak ve uzak ülkeler için meraklarını körüklemekti. Bu kitapta görüntülenen şehirler, düşgücüne dayanarak ve gerçekten oldukça uzak olarak yansıtılmıştır. İlginç olan şey şudur ki, görünen şehirlerin tümü düşgücü eseri ve birbirinin hemen hemen aynısıyken, İstanbul sözkonusu olunca, tahta baskı (ksilografi) tekniğinin sağlayabildiği kısıtlı olanaklar kapsamında, şehrin oldukça gerçekçi bir biçimde, surlar, anıtlar, coğrafî mevki, devrin olayları gibi unsurlarla yansıtıldığını görüyoruz. 16. yüzyıl başlarında yayınlanan ve Osmanlılar hakkında olan bir vakayinameyi (J.A.M. Adelphus, 1513) tamamlayan tahta baskısı gravürlerin konuları arasında bir de İstanbul görüntüsü yer almakta.
Gezginler devrinin ilk döneminde (15.-16. yüzyıl) kendi istekleriyle yada görevli olarak İstanbul'u ziyaret eden yada burada ikâmet eden gezginlerin yazdığı seyahatnameler (ki bunların çoğu elçilik heyeti vakayinamesi niteliğindedir), Osmanlı İmparatorluğunun ayrıntılı (yönetim, toplum, din, örf, adetler v.s.) incelemesi olmanın yanısıra görkemli hristiyan ve müslüman anıtlarının betimlemesini de içerir. Bu dönemden, ressam M. Lorich'in (yaklaşık olarak 1559-1562) benzeri olmayan resimleri devrin sanatçılarını etkilemiş ve Osmanlı toplumundan kişiler canlandıran portreler ve sultan portreleri çok rağbet gören bir konu olmuştur (L. Chalcondyles /1632, O.Gh. de Busbecq/1620 and O.Gh. de Busbecq/1664, bu son iki eserin yeni baskıları v.b.). P. Coecke van Aelst'in çok nadir bulunan ve mükemmel bir teknikle kazılmış olan tahta baskı gravürleri (1553) İstanbul'a yaptığı seyahatten sahneler gösteren çok özgün konulu bir tablo serisi oluşturmaktadır.
İngiliz asıllı Rycaut'un (1670) Osmanlı devletinin toplumsal kurumları ve tarihine ilişkin kitapları, Batılıların gözünde muhteşem olan ancak değişik tür inançlar taşıyan bu Doğu imparatorluğunu tanıtan birer el kitabı olmuş ve daha sonra yazılmış benzer metinlerin tümünü etkilemiştir. Din bilimi alanında derin bilgisi olan J. Covel'in Anadolu ve İstanbul'da uzun süre kalışı, çizdiği tablolarda (1722) Rum Ortodoks kilise geleneğinin kutsal nesnelerini, giysileri ve bu geleneğe ilişkin törenleri son derece doğru bir biçimde aktarmasına olanak sağlamıştır. Bu temalar daha sonraki yayınlarda da kopya edilir. J. Thévenot'nun seyahatnamesini (1727) bezeyen tablolar alışılmamış konular işlemekte. Bu tablolarda insan kalabalığıyla ve birçok ayrıntıyla verilen uzak ülke sahneleri fevkalâde çekici bir anlatımla aktarılır. Ch. Thompson'un seyahatnamesine (1752) eşlik eden tablolar ise daha önce yayınlanan ve sevilen kitaplardan tablo konuları kopya etmektedir. J.B. Tavernier'nin eserinin tekrarlanmış baskısı da oldukça özgün konulu tablolar içermekte; bunun nedeni, Doğu'da ticaret amacıyla seyahat eden Tavernier'yi alışverişleriyle ilgili konuların ilgilendirmesiydi.
16. yüzyılın ortalarından itibaren çeşitli insan tipleri ve giysilerinin görüntülenmesi konu olarak çok rağbet görmeye başlar. Bu türden tablolar vermiş ilk sanatçılar arasında Fransız asıllı Ν. de Nicolay bulunur (1580). Nicolay'ın çizimleri 18. yüzyıl sonuna dek kopya edilip benzer eserlerde görsel malzeme olarak kullanılır. Çeşitli halkların kıyafetleri hakkında 16. yüzyıl sonlarında yayınlanan C. Vecellio'nun eserinde Osmanlı İmparatorluğundan insan tipleri de içerilmektedir (1598 ve yeni baskısı1859). G. De La Chapelle'in (1648 ?) eserinde İstanbul'dan manzaralar arka plan olarak kullanılırken sergilenen Doğulu kadın görüntüleri de kayda değerdir. Bu yayını izleyen Van Mour'un büyük başarı görmüş çarpıcı kitabında (1714) yer alan insan portreleri ve kıyafet resimleri ilerideki birçok yayınlarda yeniden kullanılmıştır (örneğin A. de Lα Mottraye/1727, A.J. Guer/1746-47). Çok geçmeden yayınlanan Fr.Calvert (Baron Baltimore) (1769) ve Οc. Dalvimart'ın (1804) eserlerinde Osmanlı yönetiminin tüm görevlilerinin ve imparatorluk başkentinde yaşamakta olan farklı milletlerin kıyafetleri "resmi geçit" yapar. Tam bu döneme rastlayan by M.G.F.A. Choiseul-Gouffier'nin iddialı eserleriyle (18. yüzyıl sonu-19. yüzyıl başı), "görüntü", seyahatnamenin başlıca öğesi konumuna gelir. Choiseul-Gouffier eserinin üçüncü cildinde (1822) küçük boy nefis tablolarla saraydaki tüm rütbelileri sergiler.
İngiliz asıllı W. Wittman (1803), Ed.D. Clarke (1813), J.C. Hobhouse (1813); Fransız asıllı P.Ed. Laurent (1821), Ch. Deval (1827), Eug. Paytier gibi gezginlerin eserlerinde İstanbul sakinlerinden çoğu kadın olan insan tipleri ve kıyafetler sergileyen eserler; Ch. Perry'nin eserindeyse (1743) adı bilinen bir savaşçının portresini görebiliriz. Osmanlı İmparatorluğundan çeşitli insan tipleri içeren Albüm (J.B.B. Eyriès, 1827) benzer bir kitabı kopya etmekle birlikte 19. yüzyıl başlarında yayınlanmış en bakımlı kitaplardan biridir. A.L. Castellan'ın çok ciltli küçük boy zarif yayınında (1812) çizimler metinle eşit önemde olup yazarın kibar anlatımını özel bir bakışla verilmiş nadir temalarla tamamlamaktadır. Osmanlı İmparatorluğunda yaşayan insan tipleri içeren Albümler daha 16. yüzyıldan beri sevilen bir kitap türü olup yayınları 18. yüzyıl sonlarına kadar devam eder. Bu Albümlerdeki renklenmiş üstün kaliteli gravürleri yapan sanatçı ve yayıncılar çoğunlukla bilinmemekte. Sergilenen konular daha önce yayınlanmış benzer eserlerdeki tablolardan kopya edilmiştir (Recueil, yaklaşık olarak 1780).
Fransız asıllı ressam Th. Le Blanc'ın (1833-34) yerinde yaptığı çizimleri yoğun bir duygusal birikim nitelemektedir. M. D'Ohsson'un (1820) eserindeyse Babıali sarayı ve Müslüman toplumu geleneklerine ilişkin üstün nitelikte gravürler sunulmaktadır.
Özellikle anılması gereken bir eser P.A. Guys'nin eseridir (1783). Sözkonusu gezgin, çağdaş Yunanlılarla temas kurma çabası sırasında, yaşamlarının tüm toplumsal ve günlük anlarında yeraltı akımı gibi bir tarihsel sürekliliğin varoluşuna tanık olur. Günlük yaşam sahneleri, Guys'nin gözünde, tarihsel kimliğin izini sürmek için bir unsur oluşturmaktadır. Okurlar, Guys'nin kitabında çağdaş Yunanlıların aynı coğrafyada antik çağlarda yaşamış parlak bir uygarlığın canlı anıtları olduğu fikrine sahiplenip kitaplarına sarılırlar. O.M. von Stackelberg Yunanistan'da iki çok önemli eski anıtta kazılar gerçekleştirip mermer yontuları yağma eden arkeoloji tutkunu kalabalık bir grup Avrupalıdan biriydi. Sözkonusu kitapta (1826) yer alan üstün kaliteli taş baskı gravürler Vassai'deki Apollo Epicurius tapınağını süsleyen yontuları ve İstanbul konulu bir tablo sergilemektedir.
İstanbul, Ortaçağ'dan beri ve kritik bir dönem olan 15. yüzyıl boyunca, Batı Avrupa'dan ticaret yada hacılık amacıyla Doğu'ya seyahat eden gezginleri görkemiyle celbeden bir şehir. 16. yüzyıl ortalarında Fransız elçi G. D' Aramon'un maiyetinde olan bir grup gezgin, çığır açıcı metinler bırakmış olan ilk bilimsel ekibi oluştururlar. İstanbul'a Ayasofya'ya olan hayranlığını tatmin etmek için gelen J. Maurand'ın (1544) ardından Fransız Pierre Gilles İstanbul ve Boğaziçi hakkında arkeoloji içerikli ilk denemeyi kaleme alır. Sözkonusu eser daha sonraki bütün ziyaretçiler için değerli bir kılavuz niteliğini taşır (ingilizce çevirisi: 1729). Cami işlevi gören görkemli Bizans anıtı Ayasofya'nın ayrıntılı betimlemesinden başka, Gilles, Hipodrom, surlar ve sur kapıları, Theodosius obeliski (Dikilitaş) ve öteki zafer sütunları hakkında yazar, yazıt ve kaideleri kaydeder, islâm anıtları, lahitler, camiye dönüştürülmüş hristiyan kiliselerinden sözeder ve ilk kez olarak Bizans'ın ünlü su sarnıçlarına değinir. Şehrin arkeolojisi için ilgi alanının kapısı artık açılmış durumdadır. 16. yüzyılın sonuna dek geçerli metinler bırakmış olan gezginler (Fransız asıllı A. Thevet/1556; Flaman asıllı O.G. Busbecq /seyahat 1554, kitap ilk baskı 1581; Fransız asıllı P. Du Fresne-Canaye / seyahat 1572, kitap 1897; St. Gerlach / seyahat 1573-78, kitap 1674; Alman asıllı S. Sweigger / kitap 1608) kitaplarında Bizans devrine ait anıt, yapı, çeşitli harabeler, sur kapıları, sütun, kaide v.b. eserler hakkındaki gözlemlerini biraz çekingenlikle kaydetmenin yanısıra yeni yapılmış çarpıcı camilerle padişah sarayını betimlerler. Aralarından Sweigger (okunuş: Şvaygır), vakayinamesini, sergiledikleri konular bakımından önemli olan tahta baskı gravürlerle süsler. Bu gravürlerde İstanbul sakinlerinin kamu ve özel yaşamından birçok sahne yansıtılmıştır. Η.J. Breüning'in vakayinamesinde (1612) yer alan görüntüler ise özellikle gezginlerin yaşantılarını sergilemeleri açısından ilginçtir.
16. yüzyıl gezginlerinin tanıklıkları İstanbul'daki arkeolojik eserler -özellikle Bizans arkeolojisi- için temel zemini oluşturur. Bu eserlerin birçoğu daha sonraki yüzyıllarda harabeye dönmüş, yokolmuş, yada kullanılmak üzere değiştirilmiş olduğu için bu tanıklıklar son derece değerlidir. 17. yüzyıl seyahatnamelerinden İngiliz asıllı G. Sandys'in (1615) eserinde birçok özgün konu işlenmekte; sözkonusu eser, anıtların durumu, Ayasofya'nın içi, şehrin surları, sur kapıları hakkında bilgiler ve camiye dönüştürülmüş öteki Bizans kiliselerinin içiyle (lahitler, mozaikler, yazıtlar) ilgili kısa betimlemeler vererek coğrafya ve etnoloji araştırmalarına esaslı bir katkıda bulunur. J. Du Mont'un (1694) eserinde Topkapı Sarayının çok ayrıntılı bir betimlemesi yapılmakta; eserde Osmanlı İmparatorluğu yönetimini barındıran büyük sayıdaki binalar, bahçeler, harem, ve padişah daireleri betimlenmektedir. Arkeoloji araştırmaları açısından önemli bir yayın olan J. Spon'un (1678) seyahatnamesinde yer alan tabloların konuları çığır açıcı sayılmaktadır. Özellikle tarihî anıtlar ve harabeler konusunda, bu görüntülerin çoğu, kaydedilmiş ilk tanıklıkları oluşturur. J. Spon'un bu eserinin hollandaca yayınında ise (1689), gezdiği yerler hakkında düşsel ve masalımsı bir öğe içeren görüntüler de yer alır.
B. de Monconys'nin metnine (1665-66) eşlik eden çizimler seyahat edebiyatı geleneği içinde eşi bulunmayan bir malzeme oluşturmaktadır. Bu malzeme, damıtma cihazları, kimyasal deneyler, su tesisatı cihazları, hidrometreler, mimarlık desenleri, meteorolojik fenomenler, mimarî kuşbakışı planlar, insan tipleri çizimleri, gökbilim cihazları v.b. içermektedir. J. Somer'in vakayinamesinin 1664 baskısında yer alan ve Flaman gravür sanatının uzun geleneğini izleyen çarpıcı tablolar özgün konular sergilemektedir.
Fransa kralı 14. Louis 1670 yılında C.F.O. marki de Nointel'i (okunuş: dö Nuantel) elçi olarak Babıali'ye yollar. Elçilik heyetinde önemli şarkiyatçı (oryantalist) aydınlar da bulunmaktadır: Arap edebiyatının ünlü Bin bir gece masallarını fransızcaya çeviren A. Galland ile Des Monceaux (okunuş: De Monso); ikisi de tutkulu bir biçimde eski elyazmaları ve sikke arayışı içindeler. Aynı süre içinde eserinde (1680) İstanbul'un birçok anıtını ve camileri betimleyen J. Grelot Bizans mimarîsinin zirve yapıtı Ayasofya'dan çizimler kesitler ve kuşbakışı görüntüler de eklemeyi ihmal etmez. Grelot'nun bu çizimleri, 19. yüzyıl ortalarına dek, G. & G. Fossati, kardeşlerin Sultan Abdülmecit zamanında Ayasofya'da restorasyon çalışmaları gerçekleştirmesine dek (1852) bu alanda tek belge olarak kalır. Zamanla tarihî anıtlara karşı giderek artan ilgi bu anıtlar hakkındaki yazılara arkeoloji açısından değerli birer el kitabı niteliği verir (J. Spon/1678, G. Wheler / 1682, A. de La Mottraye / 1727, J.D. Le Roy / 1770). Georg Balthasar Probst'un (1780) sonradan koyu renklerle renklenmiş gravürleri, çığır açıcı bir sanat uslubu ve yoğun bir düşgücüyle, şehrin önemli tarihî anıtlarından görüntüler sergiler.
Şehir hakkında (sokaklar, çarşılar, evler, anıt harabeleri hakkında) 16. yüzyıl boyunca yazılan metinlerde okuduğumuz belli belirsiz betimlemelerin yerini gittikçe daha net anlatım biçimleri alır. Bu metinlerde, bakımsız ve çamurlu sokaklarla gösterişli saray ve cazip bahçeler arasındaki zıtlık; gittikçe harabeye dönen anıtların büyüleyici doğal çevreyle çelişkisi; fakir ahşap evlerin islâm dininin kâgir yapılarıyla yanyana duruşu gibi olgular bütün ayrıntılarıyla, kişisel yorumlarla, ve zamanla metne eklenen görsel malzeme eşliğinde aktarılır.
18. yüzyıla gelince artık metinlerin esas öğesi daha eski seyahatnamelere yapılan göndermelerdir. Ancak, bu eski eserlerde sözü edilen anıtların aranışı ve kıyaslanması çoğu kez düşkırıcı bir biçimde sonuçlanır, zira bunların birçoğu 18. yüzyılda artık yokolmuştur. Bu devrin önemli gezginlerinin çoğu şehrin yapılarını araştırmayı sürdürür, ancak ilgi alanları artık elyazması kitap, sikke ve başka taşınır (menkul) bulgularda odaklanır. Amaçları büyük özel koleksiyonları zenginleştirmektir (F. Fanelli / 1707, P. Lucas / 1720). Bu çılgın koleksiyon avında, Batı Avrupalı sanatçı hamilerinin temsilcisi olan İstanbul gezginleri, Fransız doğa bilimci J. Pitton de Tournefort'un eserinde (1717) olduğu gibi, şehirdeki binaların betimlemesinde tutumlu davranıp toplumsal yaşam konusunda daha ayrıntılı biçimde konuşurlar. Sözkonusu eserde İstanbul florasına ilişkin bir çizelge ve halk kıyafetleri resimleri yer almaktadır. Gine Fransız doğa bilimci P. Belon'un vakayinamesinde (1554) İstanbul faunasına ait nadir bir örnek yer almaktadır.
R. Pococke (1743-45) ve J. Moreno (1790) şehrin keşfini daha esaslı bir biçimde yaparlar. Studion kilise manastırı (İmrahor camii), Pantokrator kilise manastırı (Zeyrek camii), Vlaherna Meryemana kilisesi, surlar, Yedikule, Tekfur Sarayı (Porfirogenetos sarayı) gibi tarihî anıtlar geçmiş görkemlerini yitirmiş olmalarına rağmen sözkonusu gezginlerin yazılarında gereken yeri alırlar. Nihayet 18. yüzyıl sonlarına doğru M.G.F.A. kont Choiseul-Gouffier Fransa elçisi olarak İstanbul'a yerleşir ve kalabalık bir bilirkişi ve arkeolog grubuyla (J. B.Lechevalier / 1800, Fr. Kauffer v.b.) şehirdeki anıt ve arkeolojik eserleri artık bilimsel olarak kaydetme işlemine başlar. Choiseul-Gouffier'nin üç ciltten oluşan ünlü eserine eklediği İstanbul haritası şehirdeki tüm yapıları (eski hristiyan mabedi, islâm mabedi, kamu binaları) aslında ilk kez olarak etraflı bir biçimde sergiler. Choiseul-Gouffier'den sonra, görüntü, şehrin sergilenmesinde başlıca öğe olur. İngiltere elçisi R. Ainslie (okunuş: Enzli) kendi eserini Choiseul-Gouffier'nin eserine koşut sayarak sanatçı L. Mayer'i şehrin çeşitli manzaralarını gösteren renkli tablolar çizmekle görevlendirir (Mayer'in tabloları L. Dupré hakkında son yıllarda yayınlanmış incelemede yer alır). 18. yüzyıl sonunda J. Dallaway'in Ancient and modern Constantinople adlı eseri şehirden çok az görüntü içermektedir. İngiliz asıllı J. Griffiths'in vakayinamesi şehirden çeşitli anıtlar gösteren (1805) az sayıda yalın çizimler içermektedir. Nihayet, Osmanlı başkentine liman tesislerini kurmak üzere gelen Fransız ekibin birer üyesi olan A.L. Castellan (1811) ve A.Ig. Melling (1819) bilimsel ve doğru çizimlerle şehrin çeşitli unsur ve anıtlarını "betimlerler". Melling ayrıca şehirden manzaralar ve halkın günlük yaşamından son derece ilginç sahneler içeren nefis bir Albüm de bırakmıştır. Bu Albümde yer alan temalar başka eserlerde de tekrarlanır (J.M. Tancoigne, 1817) In his highly popular paintings (1810), L. Mayer (1810) büyük rağbet görmüş olan kendi eserlerinde sadece tarihî anıtları çizmekle kalmaz halkın günlük yaşamından hoş ayrıntılar da ekler. C. Comidas de Carbognano'nun (1794) Albümünde yer alan ve İstanbul'daki tarihî anıtlarla etraf semtleri sergileyen tablolar özel ve kayda değer birer gravür sayılmaktadır.
15. ve 16. yüzyıllardan bize ulaşan İstanbul görüntülerinde şehir daha çok bir eskiz biçiminde yada bir harita çizimi anlayışıyla aktarılmıştır (B. Randolph / 1687). 17. yüzyıl sonlarından itibaren İstanbul şehri ve ayrıcalıklı doğal çevresi, üretilen tablolarda birçok değişik açıdan sunulan büyüleyici manzaralarla sergilenir (Ol. Dapper'in kitabı "Archipel" / 1688, J. Enderlin / 1691 , C. de Bruyn / 1714 - bu kitapta ayrıca şehrin en eski panoramik görüntülerinden biri de yer almakta). J.A. van Egmont / J. Heymann'ın eserini (1759) tamamlayan tablolar daha önce C. de Bruyn'ün kitaplarında yayınlanmış olan tablo konularını yinelemektedir.
Bu tarihlerden sonra İstanbul'u ziyaret etmiş yada şehirde uzun süre yaşamış gezginlerin yayınladığı seyahatnamelerin hepsinde İstanbul şehri en azından bir tabloyla görüntülenmektedir (Elizabeth Craven / 1789, Ed.D. Clarke / 1813, Ch. Macfarlane / 1829, Ch.C. Frankland / 1829). Ed.D. Clarke'ın (1816) eserindeki gravürlerin çoğu arkeoloji konulu olmakla birlikte sergiledikleri konuların nadir olması açısından sözkonusu yerlerin tarihi için çok değerli birer kaynak oluşturmaktadır.
18. yüzyıl boyunca Avrupa aydınları arkeoloji alanında yerinde arayış ve araştırma yapmaya tutkuyla yönelir. Nitekim İstanbul'la ilgili seyahat yazılarında arkeolojik eserlere karşı duyulan ilgi çağdaş yaşam biçimlerine eleştirel ve karşılaştırmalı bir bakışla koşut gitmekte; bu devirde yazılan metinler ve bunlara eşlik eden resimler Osmanlı ekonomisi ve toplumu hakkında birer inceleme niteliğini taşır.
By the 19th century, the presence of foreigners in Istanbul life had become part of the city's tradition. Of the hundreds of travellers in the 19th century, very few omitted to visit the city or stay there for a period of time.
19. yüzyıla geldiğimizde yabancıların günlük yaşam içinde yer alışı, artık şehrin geleneğinin bir parçası olmuştur. Bu yüzyıl gezginlerinin tümü - çok az bir kaç istisna ile - İstanbul'u ziyaret etmiş yada burada uzun süre yaşamıştı. Had safhada uzmanlaşmış ve derinliğine bilgi sahibi olan bu gezginler 19. yüzyıl seyahat geleneğine damgalarını vururlar. Aynı yüzyıl başlarında F.C.H.L. Pouqueville (okunuş: Pukvil) yada Ed.D. Clarke (okunuş: Klark) şehirdeki binaları betimlerken (Yedikule, Ayasofya) bunu son derece ayrıntılı, karşılaştırmalı ve büyük bir titizlikle yaparlar. Hidrografi incelemeleri yapmakla görevli olan general Andréossy ise (1812-14, 1826) su sarnıçları su kemerleri ve su kanallarını ayrıntılı olarak kaydeder. Ch. Pertusier (1812-14) tam anlamıyla İstanbul'un her köşesini gezer. Ch. Fellows'un eserindeyse (1839) şehirdeki bir binanın mimarî öğelerinden ayrıntılara rastlarız. L.E.S.J. marquis de Laborde'un (1838) etkileyici eseri Anadolu'daki arkeolojik yerlerin zenginliğini gözler önüne sererken bu yörelerde arkeoloji araştırmaları yapmanın değerini vurgular.
Ne var ki romantizm akımının gittikçe artan etkisiyle, gezginler yazılarını kaleme alırken artık tarihî anıtların sadece hoş betimlemelerini yapmakla ve metni kendi duygularıyla donatmakla yetinirler (R. Chateaubriant / 1806), Comte de Marcellus / 1820, Lamartine /1832, G. de Nerval /1883). Tarihî anıtların şehrin genel görüntüsü içinde oynadığı kuvvetli rolü ilk kaydeden Th. Gautier (1853) olur. Victor Godart-Faultrier'nin seyahatnamesi (1857) ayrı olarak yayınlanan bir Albüm eşliğindedir. Albümün içerdiği kusursuz nitelikteki taş baskı tablolar Bizans devrine ait anıtlardan nadir görüntüler sergiler. Aynı zamanda J. von Hammer (1822) tümüyle bilimsel olan ve belgelere dayanan bir arkeolojik araştırma yöntemine doğru sağlam adımlar atar. Kont A.-F. Andréossy'nin (1828) çizdiği tablolar özel konuları bakımından nadir sayılmaktadır. Şehrin en tanınmış tarihî anıtları dışında, kont Andréossy, İstanbul ve çevresinde Bizans ve Osmanlı dönemlerinde yapılmış su sarnıçları ve su kemerlerini çizer. Kendisinden 150 yıl önce burada araştırma ve ölçmeler yapan İtalyan asıllı hidrograf L.F. Marsili'nin (1681) İstanbul Boğazı ve etraf denizlerde suların hareketi ve niteliği, rüzgârlar, su düzeyi, akıntılar, balıklar hakkında yaptığı araştırma ve ölçmelere ilişkin tabloları anmakta yarar vardır.
İstanbul'un tarihî anıtlarıyla ilgili arkeolojik araştırmalar için, 1847 yılı bir dönüm noktasıdır. Bu tarihte Sultan Abdülmecit İtalyan asıllı G. ve G. Fossati kardeşleri Ayasofya'nın ilk restorasyon ve tamirat faaliyetleriyle görevlendirir. Öte yandan İngiliz asıllı C.T. Newton (1855) (okunuş: Nyuton) Hipodrom'da kazılar gerçekleştirir. İstanbul'un tarihî anıtlarına ilişkin yunanca (rumca) dilinde ilk inceleme 1824 yılından beri yayınlanmış bulunmaktadır. Bu ilk incelemeyi Skarlatos Vizandios'un kaleme aldığı "Κωνσταντινούπολις" (Konstandinupolis) başlıklı üç ciltlik eseri izler (1851,1862, 1869). Bizans mimarîsiyle ilgilenmiş ilk aydınlardan Ch. F. M. Texier, bu konuda 1864 yılında büyük boy bir kitap olarak yayınladığı çarpıcı ve belgelere dayanan incelemesine, Bizans devri anıtlarının kuş bakışı çizimini, değişik açılardan görüntüleri ve ayrıntılarını gösteren tablolar içerir. Aynı devirde, İstanbul'dan cami, çeşme, köprü, tarihî anıt görüntüleri yanısıra günlük kamu yaşamından ayrıntılı betimlemeler ve hoş sahneler içeren birçok Albüm yayınlanır (R. Walsh / Th. Allom 1836-38, Julia Pardoe / 1838 and Julia Pardoe / 1839). J. Auldjo 'nun eserinde (1835) Osmanlı İmparatorluğu başkentinde günlük kamu yaşamından karakteristik birkaç görüntü yer almakta. Çeşitli manzara, tarihî anıt ve günlük yaşam sahneleri gösteren tablolar içeren Albümler sevilen bir yayın türü olmuştur. Bu tablolar eskiden sanatçıların çizimlerine dayanırken giderek ünlü fotoğrafçıların çekmiş olduğu fotoğrafları esas olarak almıştı (Album zur Erinnerung an Constantinopel, yaklaşık olarak 1860).
19. yüzyıl başlarında İstanbul hakkında yayınlanmış en güzel Albümlerden biri Ch. Pertusier'nin (1817) seyahatnamesini tamamlayan "Atlas" sayılmaktadır.
19. yüzyılda, bilgilerini çoğaltmak ve sosyal prestijini arttırmak isteyen her Batı Avrupalı için Doğu'ya "Büyük yolculuk" (Grand Tour) hemen hemen bir şart sayılmaktaydı. Kuşkusuz bu şart İstanbul'a ziyareti de kapsıyordu. Sözkonusu geziyi anlatan seyahatnameler, İstanbul'daki tarihî anıtlar ve günlük yaşamdan sahnelerle şehir dolaylarından büyüleyici manzaralar gösteren resimler eşliğindedir (Marchebeus / 1839, J.Fr. Lewis / 1843, J.H. Allan / 1843, Eug. Flandin / 1853, Et. Rey / 1867). Sanatçı Fr. Hervé'nin (1837) çizimleri ve özellikle portreleri canlı ve sevecen yazı uslubuyla uyum içindedir.
Çeşitli şehir görüntüleri ve halkların günlük yaşamından sahneler sergileyen Albümler bütün 19. yüzyıl boyunca çok sevilen bir kitap türü olup okur kitlesinin Doğu'dan görüntüler ve yaşam sahneleri görme talebini tatmin etmekteydi (J. Schranz, yaklaşık olarak 1850) (okunuş: Şrantz). İstanbul ve etrafındaki yörelerden günlük yaşam sahneleri sergileyen J. Brindesi'nin (1855-60) son derece ilginç Albümü oryantalizm akımının en kayda değer eserleri arasında yer almaktadır. C. Rogier'nin (1847) tabloları da oryantalizm akımının en tipik örnekleri arasındadır. Sözkonusu tablolar özellikle İstanbul'da halkın günlük özel ve kamu yaşamından sahneler sergilemektedir.
Albüm'de (1984) sergilenen eserler arasında, İngiltere'de yayınlanan çığır açıcı “The Illustrated London News” (1842-1885) dergisiyle “The Graphic” (1869-1885) dergisinden alınmış nadir ve çok kayda değer tahta baskı gravürler yer almaktadır. Bu gravürlerin konusu 1842-1885 yılları arasında vuku bulmuş siyasal ve toplumsal olaylar ve savaşlara ilişkin yerler ve kişilerdir. Osmanlı imparatorluğu başkenti İstanbul da bu gravürler arasında yer alır.
19. yüzyıl sonlarında İstanbul'a seyahat eden gezginler kişisel yaşantılarına dayanarak cazibesinden hiçbirşey yitirmemiş olan şehrin tarihî anıtlarında görkemli geçmişten izler aramaktalar. Sanatçı Ed. Amicis'in bu devri temsil eden tipik eserinde (1883) şehir halkının günlük yaşamından ayrıntılar görüntüleyen onlarca çizim görmekteyiz. 19. yüzyılın ikinci yarısından itibaren fotoğraf sanatı, mekânların öznel ve seçici bir biçimde yansıtılmasına son verip gerçeğin kaydedilmesinde en güçlü silâh olarak ortaya çıkar. Ancak kullanılışı gine de yaratıcının elinden geçmektedir. Ezelden beri renk ve ışık karışımı bir görkem sunan, çelişkilerle dolu, harikaları ve politika entrikalarını bir arada bulunduran, Avrupalılara Doğulu, Doğululara ise Avrupalı oldukları hissini veren İstanbul şehri, J. De Beauregard (1896), Ε. Banse (1919), H. Barth'ın (1913) fotoğraf kareleri ve G.G.Berggren'in (1870) nefis panoramasıyla, ziyaretçilerin gözünde, en nesnel biçimde, Doğu'nun ebedî "kraliçe"si olduğunu gösterir.
Yazan: İoli Vingopoulou